Analitik düşünce ve felsefesi

Avrupa genelinde Orta Çağı’ın karanlığının hakim olan görüşün 17. yüzyıldan itibaren büyük bir hızla yıkılmaya başlaması, 18. yüzyıldan itibaren “Aydınlanma Çağı” şeklinde ifade edilen yepyeni bir dönemin başlamasına da sebep olmuştur. Bu süreç içinde doğa bilimleri, formal bilimler ve bilhassa uygulamaları bilimlerde en başta “düşünce” yönünden zincirler kırılmış, tüm bu gelişimlerden felsefe disiplinleri de nasibine düşeni almıştır. Zira bu gelişmelerin etkisiyle Avrupa’da gelişmeye başlayan yeni felsefe akımları kısa süre içinde geniş kitleler tarafından kabul görmüş ve sonuç olarak da 20. yüzyılın başlarından itibaren genel felsefe akımı yıkılarak “analitik felsefe” denen yeni bir ekol doğmuştur. Bu yeni felsefe disiplinin düşünce yapısı da “analitik düşünce” olarak adlandırılmıştır.

20. yüzyıla kadar Avrupa’da hakim olan felsefi düşünce yapısı tamamen reddeden analitik felsefe, adına analitik düşünce denen yepyeni bir tutum gelişmesini sağlamıştır. Mantık, analiz, linguistik, dil felsefesi ve rasyonel düşünce gibi pek çok kavramı bünyesinde barındıran analitik felsefe, genel olarak “İngilizce konuşan” toplumlarda kabul görmüş ve bu coğrafyada yayılmış bir felsefe okulu haline gelmiştir. İskandinav toplumlarında da kabul gören bu yeni felsefi düşünce akımı; Moore ve Bertrand Russell gibi düşünürlerin önderliğinde gelişmiştir. Her iki düşünürün de dünyanın en ünlü okullarından olan “Cambridge” mezunu olması, analitik felsefesinin “Cambridge Analizi” gibi isimlerle de anılmasına neden olmuştur. Analitik felsefenin ilk olarak Hegel kökenli bir gerçeklik kavramından esinlendiği ve idealizm kavramını da bu doğrultuda ele aldığı da söylenebilir.

Analitik düşüncenin temelinde; felsefenin insan duyularından bağımsız olduğuna dair önceki görüşler reddedilerek, bilginin nitelikleri ve bilgi olarak nitelendirilen kavramın ne tarz bir yaklaşımla incelenmesi gerektiği ile ilgilenilir. Ayrıca felsefedeki temel yanlış olduğu bilinen ya da tahmin dahi edilemeyen bilgilerin saptanmasıyla da ilgili bir kavram olan analitik düşünce, rasyonel bir şekilde yanlış olarak nitelendirilen bilginin “kime göre, neye göre yanlış” olduğunun da irdelenmesi sağlar. Bu bağlamda yanlış olarak ifade edilen bir cevabın doğrudan sorulan soruyla da ilgili olduğunu düşünen analitik felsefe, yanlış bir soru ile doğru bir cevaba da ulaşılamayacağını kabul eder. Bu sebepten ötürü felsefede hakim olan yanlış soruların saptanması ve ayıklanması da analitik felsefenin alakadar olduğu konular arasında yer alır.

Varsayımları tamamen görmezden gelmeyen analitik düşünce, “kanıta dayalı” araştırmalara da büyük önem verir bu nedenle de modern dünyada bir metot olarak yaygın olarak kabul görür. Belirsizliğin giderilmesi için araştırılma yapılması ve “elde edilen sonuçların belirli ve şüphe götürmez kanıtlar ile desteklenmesi” gerektiğini söyleyen analitik düşünce ayrıntıların öneme vurgu yapan, detaycı yaklaşımları benimseyenler tarafından da bir metot olarak benimsenmiştir.