Atomun parçalanması

Binlerce yıl öncesinde Antik Yunanlı ünlü filozofların ortaya attığı atom teorileri, maddenin parçalanamaz en küçük yapı birimi yani atomdan meydana geldiğini söylemekteydi. 20. yüzyıla kadar geçerliliğini koruyan bu teori, teknolojinin muazzam bir hızla gelişmesinin sonucunda insanoğlunun atomun da parçalanabildiğini anlamasıyla birlikte geçerliliğini yitirmiştir. Günümüzde atom kelimesi hala kullanılıyor olsa da, popüler kültürün “Tanrı Parçacığı” olarak tanıdığı Higgs Bozonu’nun aradığı Cern Deneyi’nden çok öncesinde bile atom çekirdeğinin parçalanabileceği anlaşılmıştır.

“Nükleer enerji” olarak tanımlanan atomun parçalanması, atomun çekirdeğinden akıl almaz derece büyük bir enerji elde edilmesini sağlar. Bilim tarihinin en meşhur isimlerinden biri olan Alman fizikçi Albert Einstein tarafından geliştirilen ve modern bilimlerin seyrini değiştiren Genel Görelilik Kuramı, meşhur “E=mC²” formülünü ortaya çıkarmıştır. Bu formül ile “enerjinin yok olamayacağı, ancak dönüşüm geçirebileceği” anlaşılmıştır ki, nükleer enerji olarak ifade edilen atomun parçalanması da en basit tanımla kütlenin enerjiye dönüşmesinden ibarettir. Bu formül her ne kadar kütle ile enerji arasındaki ilişkiyi gösterse de, bu işlemin nasıl gerçekleştiği hakkında herhangi bir bilgi içermemektedir.

Nükleer enerji elde etmek yani atomu parçalamak için öncelikle enerjinin açığa çıkmasını sağlayacak bir zorlayıcı kuvvet gerekir. Nükleer reaktörler enerjinin dönüşüm geçirmesini sağlamak için zorlayıcı kuvvet olarak kullanılır. Atomun parçalanması denince akla doğrudan nükleer enerji gelse de, aslında üç farklı nükleer reaksiyon tipi bulunmaktadır: Fisyon, Füzyon ve Yarılanma. Füzyon atom seviyesindeki parçaların bir araya gelmesi sonucu açığa çıkan enerji manasına gelirken, fisyon ise atom çekirdeğinin zorlayıcı bir kuvvet yardımı ile parçalanması ya da bir başka değişle atom altı parçacıkların birbirinden ayrılmasıdır. Yarılanma ise çok farklı bir nükleer enerji biçimi olmakla beraber, atom çekirdeğinin parçalanması ve daha kararlı bir yapı oluşturacak hale geçmesidir. Bu durum doğal olarak da gerçekleşebilmektedir.

Gelişen teknolojiler ile birlikte 20. yüzyılın başlarında atomun parçalanması ülkeleri doğrudan menfaatleri doğrultusunda son derece kuvvetli ve tartışma götürmez bir biçimde caydırıcı etkisi bulunan bir silah yapmaya itmiştir. ABD’nin Nagazaki ve Hiroşima felaketlerine imza atmasından sonra atomun parçalanması ile birlikte ortaya nasıl muazzam bir şiddette enerji çıktığı daha iyi anlaşılmıştır. Tüm bunlara rağmen günümüzde nükleer araştırmalara daha da hız vererek devam edilmektedir. Zira petrol, doğalgaz gibi kaynaklar dünya genelinde hala yaygın bir biçimde kullanılıyor olsa da, bu tür doğal kaynakların “yenilenemez” olması yakın gelecekte dünyanın ciddi bir enerji sorunu ile karşılaşmasına neden olacaktır.

Günümüz itibarıyla dünya üzerinde üretilen elektriğin %15’i nükleer enerji santralleriyle elde edilmektedir. Atom olarak bilinen ve Kuantum fiziğinin meşhur Kopenhag yorumu sonrasında birçok soru işareti oluşsa da insanoğlunun hala araştırmaya devam ettiği görülmesi dahi mümkün olmayan boyutlardaki bir yapının bu denli muazzam miktarda enerji açığa çıkarması ise gerçekten de hayret verici bir durumdur…